Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tevhîd ve Fazîleti
Yüce Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
“Allah (varlığını ve birliğini ortaya koyan sayısız delillerle) kendisinden başka ilâh olmadığını tüm kâinata bildirdi. Melekler peygamberlere tebliğ ederek, dinî hükümlerde adâlet ve doğruluktan ayrılmayan âlimlere de insanlara da bildirerek Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ettiler. Allah’tan başka ilâh yoktur. O düşmanlarına karşı dâima baskın çıkan ve her şeyi yerli yerine yapandır. Allah katında gerçek din ve geçmiş hak dinlerin özü İslâmiyet’tir. Kendilerine kitap verilen Yahudîlerle, hıristiyanların peygamberleri gerçeğin bilgisini getirdikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. İslâmiyet’i bazıları inkâra kalkıştılar, bazıları da kabûle yanaştılar. Allah’ın varlığını, birliğini, İslâmiyet’e sarılmanın gerektiğini, bu konularda görüş ayrılıklarına düşmenin yasak olduğunu ortaya koyan ilâhî delilleri inkâra kalkışan kimseyi Allah çok çabuk cezâlandıracaktır. Çünkü Allah kulların hesâbını çarçabuk görüverecektir.” (1)
Bütün hak dinlerin özü, peygamberlerin getirdikleri ilâhî emirlere boyun eğmek, onları gönüllerinde kökleştirmektir. Başka bir deyimle, Yüce Hakk’a kayıtsız şartsız teslîm olmak mânâsında târif ettiğimiz İslâm’dır. Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’e gönderilen İSLÂMİYET kendisinden önce insanlığı aydınlatmak üzere gönderilen ilâhî emirlerin özüdür. Tüm bu hak dinlerin hepsinde temel prensip, canlı, cansız bütün varlıkların Yaratıcısı tek olan Allah’a tapmak, ondan başka herhangi bir varlığa gönüllerde yer vermemektir.
Öyle ise gerçek mü’min, hangi ırk ve milletten olursa olsun, her zaman ve her mekânda Allah’a îmân etmenin yanında, O’na ortak koşmaktan kendini sakınabilen kimsedir. İnsanın aklına şu soru gelebilir: Yüce Allah (c.c) İslâm’ı neden gönderdi? Allah (c.c) İslâm’ı şu sebepten gönderdi:
a) Bütün sahte putları nefyedip Yaratıcı’nın yalnız Allah olduğunu bildirmek, ruhları şirkten arıtmak ve aklı bâtıl inançlardan kurtarmak,
b) Gönülleri tevhîdle süslemek, insanlara karşı samîmî niyet beslemek.
İbâdetlere gelince bunlar, sâhibinin dînî emirlere karşı yakınlık kazanması ve rûhun tevhîd inancı ile beslenmesidir.
İbn-i Cerîr, Katâde’den naklediyor: “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına görmüşçesine inanmak ve Allah’tan gelen bütün emirleri tek tek kabûl edip onları yerine getirmek demektir.”
Hz. Ali (k.v) buyuruyor ki: “İslâm; teslîm olmak, teslîm olmak. Yakînen bilmek, yakînen bilmek. Tasdîk etmek, ikrâr etmek, yerine getirmek, yerine getirmek ve amel etmek demektir.” Hz. Ali (k.v) sözlerine şöyle devâm ediyor: “Gerçek mü’min Rabbinden gelen bütün emirlere kendi görüşlerini katmadan eksiksiz uyan kimsedir. Mü’minin îmânı tutum ve davranışları ile kendini belli eder. Kâfirde inkâra varan hareketleri ile ortaya küfrünü döker. Ey İnsanlar! Dîninize sımsıkı sarılınız. Çünkü, kendi hak dîninizde işleyeceğiniz bir kötülük, bâtıl bir dîne girip de orada yapacağınız hayırdan daha iyidir. Zîrâ hak dinde işleyeceğiniz bir kötülük belki affa uğrar ama bâtıl bir dinde yapacağınız iyilik Allah katında asla kabûl olmaz.” (2)
Yazımızın başındaki âyette Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu; “Allah bildirdi” demek, ‘Allah hükmetti, yerine getirdi’ demektir. Bazı tefsircilere göre, ‘Allah kendisinden başka ilâh olmadığını îlân etti’ demektir.
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor ki: “Allah’tan başka ilâh olmadığına Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar.” (4)
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde ise şöyle buyuruyorlar: “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Resûlullah / Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir, diyen mü’min kişinin ağzından yeşil bir kuşu andıran bir melek çıkar. Meleğin yâkut ve incilerle donanmış öyle iki beyaz kanadı vardır ki, biri doğuya biri batıya uzanır. Arşa kadar kanat açarak yükselen melek arıyı andıran yırtıcı müthiş bir sese sahiptir. Arşa yükseldiğinde oradakiler kendisine; “Ey Melek!.. Allah’ın ululuk ve yücelik hakkı dur” diye seslenince o da; “Lâ İlâhe İllallah Muhammedü’r-Resûlullah” diyen kimseyi Allah affetmedikçe durmayacağım) diye karşılık verecektir. Yüce Allah o meleğe yetmiş bin ayrı ayrı dil vererek onlar da kıyamete kadar Kelime-i Tevhid getiren kimseye dua ve istiğfar edeceklerdir. Kıyamet kopunca aynı melek Kelime-i Tevhid’i söyleyen kimseye olduğu halde gelecek ve onu Sırat Köprüsünden geçirerek cennete sokacaktır.” (5)
Bir gün Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v) mahzun mahzun oturuyordu. Cebrâil gelerek; “Ey Muhammed... Niye böyle kederlisin?” Ulu Allah daha önce hiç kimseye nasîb etmediği şu beş şeyi senin ümmetine verdi:
a) Ulu Allah şöyle buyuruyor: “Ben kulumun zannı gibiyim.”
b) Allah kulunun dünyâda iken günâhını yüzüne vurmayıp ört-bas ettiği kulunu kıyâmette mahcup düşürmez.
c) Canları boğazına gelmedikçe Allah tevbe kapısını kulunun yüzüne kapatmaz.
d) Allah kişiyi yeryüzü dolusu kadar günâhı olsa “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” dedikten sonra bağışlar.
e) Allah dirilerin duâları ile ölülerin azaplarını kaldırır.”
***
Şamlı iki büyük âlim Medîne'ye gelmişti. “Bu şehir âhir zamanda gelecek Son Peygamber’in şehrine benziyor” dediler. Daha sonra Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v) huzûruna geldiler. O’nun Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz olduğunu hemen anladılar ve “Sen Muhammed’sin değil mi?” diye sordular. O da “Evet!” diye cevap verdi. Onlar; Sen Ahmed’sin, değil mi?” diye sordular. O da “Evet!” diye cevap verdi.
Sonra o iki hıristiyan âlim Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v)7e; “Sana bir şey soracağız. Bu sorumuza doğru cevap verirseniz seni tasdîk edeceğiz” dediler. Peygamberimiz (s.a.v); “Buyrun sorun!” dedi. Onlar da;
“Kur’ân’da en büyük kelime-i tevhîd hangisidir?” diye sordular.
İşte bu olay üzerine Allah (c.c) konumuzun başındaki âyeti indirdi. O iki âlim de îmâna gelerek müslüman oldular. (7)
***
Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a)’dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ kıyâmet günü ümmetimden bir kişiyi seçerek bütün kullarının karşısına çıkaracak ve önüne doksan dokuz amel defteri serilecek. Bunların her biri gözün uzandığı yere kadar uzanacak. Allah Teâlâ o kula; ‘Burada yazılan amellerden herhangi birini inkâr ediyor musun? Benim kâtip meleklerim sana haksızlık yapmışlar mı?’ diyecek. ‘Bu günahlar konusunda bir mâzeretin var mı?’ buyuracak. Kul da; ‘Hayır yok yâ Rabbi’ diyecek. Bunun üzerine Allah Zülcelâl; ‘Senin bizim katımızda bir iyiliğin var. Bugün sana haksızlık yapılmayacak’ buyuracak. Sonra üzerinde ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluh’ yazılı bir tomar kâğıt çıkarılıp; ‘Git bunu tarttır, getir’ buyurulacak, kul da; ‘Yâ Rabbi o kadar günahların yanında bu bir tomar kâğıt parçasını ne yapar ki?’ diyerek konacak ve kelime-i tevhîdin yazılı olan kısmı ağır basacak. Hiçbir şey Allah’ın yüce adından ağır gelemez.” (8)
_______
1) Âl-i İmran Sûresi/18-19, 2) Dürretü’l-Vâizîn. 3) Tefsîrü Lübâb 4). Suyûtî. 5) Ravzatü’l-Ulemâ. 6) Zehretü’r-Riyâz. 7) Ebu’s-Suûd. İbn-i Mâce, Tirmizî.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 38 ziyaretçi (40 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
| | |