Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Îman ve Akıl
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, insanı yaratılmış olan bütün mahlûkattan ayıran en önemli özelliklerden biri “akıl” nîmetidir. Zîrâ yaratılmışların içinde “akıl” nîmetini hâiz olan sadece insandır. Aklı da târif ederken Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz;
“Akıl odur ki insana Allah’ı buldurur, O’na îmân ettirir” buyurmuştur.
Kur’ân-ı Hakîm’de bazı âyetlerde Cenâb-ı Hak; “Ey akıl sahipleri!” diye îmân ehline hitap etmiştir. Yâni insanı insan yapan büyük unsur ona imanı bulduran akıldır. Eğer akıl kişiyi Allah’a götürmüyorsa ona “zekâ” denir. Zekâyı ise Cenab-ı Hak mü’min-kâfir ayırt etmeden herkese nasip etmiştir.
Allah Teâlâ Kurân-ı Mecîd’de Tîn Sûresi’nde;
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyuruyor. Peşinden ise;
“Sonra onu esfel-i sâfilîne (aşağıların en aşağısına) indirdik!” diyor. Neden en güzel şekilde yaratılan insan bir anda aşağıların aşağısına iniyor? Bunun yegâne sebebi, insanın Allah’a iman etmemesi, itaat etmemesidir.
İşte îman, kulun yaptığı amellere değer kazandıran, onu eşref-i mahlûkât yapan en değerli bir cevherdir. Bu cevherin muhafazası için de îmânın ne olduğunun çok iyi bilinmesi gerekir. Bu amaç etrafında imanın ne olduğunu îzah edecek olursak, îman kelime mânâsı olarak inanma ve güvenme anlamlarına gelir.
Istılahî yâni dînî terim olarak îman ise; Allah’ın varlığına, birliğine yegâne mutasarrıf ve hüküm koyucu olduğuna inanmakla beraber Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in risâletini tasdîk etmektir.
Dikkat edilecek olursa burada îmânın iki ana kısmı vardır:
1) Allah’a îman
2) Resûl-i Ekrem’in risâletini tasdîk.
Ancak bu ikisi birlikte gerçekleşirse îman meydâna gelir. Aksi takdirde kesinlikle îman oluşmaz.
Bir kimse Allah’a îmân etse, Allah Resûlü’nün risâletini tasdîk etmese, îmân etmiş olamaz. Fakat ne anlaşılmaz bir durumdur ki günümüzde âlimim diye geçinen, lâkin hâlâ Efendimiz’in risâletini tasdîk etmeden de îmânın sahîh olacağını iddia eden müteşeyyihler vardır.
Kesinlikle nasıl ki, Resûl-i Kibriyâ (a.s) Efendimiz’in risâletini tasdîk edip de Allah’a îmân etmeyen kimsenin îmânı sahîh olmazsa, Allah’a îmân edip Efendimiz’in risâletini tasdîk etmeyen kimsenin de îmânı sahîh olamaz.
Ayrıca îman iki şeyden oluşur. Birincisi Allah’a ve Resûlü’ne îmânın dille ikrârı, ikincisi kalp ile tasdîki... Bu açıdan insanlar üç gruba ayrılırlar:
a) Mü’minler: Allah’a ve Resûlü’ne îmânı kalp ile tasdîk edip dili ile ikrâr edenler. Âhiret saâdetine kavuşacak olanlar mü’minlerdir. Hem dille hem de kalben îmân ehlidirler.
b) Kâfirler: Allah’a ve Resûlü’ne hem kalben inanmayıp hem de dil ile bu inkârı ifâde edenler. Bunlar da ateş ehlidirler.
c) Münâfıklar: Allah’a ve Resûlü’ne îmân ettiklerini dille söyleyip kalpleri ile inkâr edenler. İnsanların içinde en zelîli bunlardır. İkiyüzlü,içi-dışı ayrı, âdî insanlardır. Cehennemin en alt tabakasında yer alacaklardır.
Bunun yanı sıra bir de kalp ile tasdîk edip de dil ile ikrar edemeyenler de vardır. Örneğin kişi dilsizdir veya âilesinden, çevresinden baskı görmektedir. Bu nedenle îmânını gizlemektedir. Bu durumda îmânı sahîhtir.
***
Îmânın sahih, geçerli olabilmesi için 3 şart vardır:
1) Îmân yeis, ümidsizlik hâlinde olmamalıdır. Son nefeste kişinin îmâna gelmesi makbûl sayılmamıştır.
2) İnkâr ve tekzip alâmeti olan hususlardan birini yapmak, îmânı geçersiz kılar. Kişi, inanılması gereken esaslardan birini veya hakkında nass (âyet veya hadîs) olan bir hususu inkâr ederse îman sahîh olmaz. Bir peygamberi veya ibâdetlerden birini inkâr etmek gibi...
3) Dînî ibâdet ve hükümlerin, Allah’ın hikmeti gereği olduğunu kabûl etmemek îmânı ortadan kaldırır. “Namaz, oruç ne imiş?!”, “Fâiz bu devirde haram olur mu!?” gibi sözler sarfederek ibâdetlerin ve dînî hükümlerin hikmetsizliğini ve gereksizliğini düşünmek veya ifâde etmek, kişinin îmânını yok eder.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 52 ziyaretçi (54 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
| | |