Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Allah'a(cc) İman ve Allah(cc) Teâla’nın Yüce Sıfatlar -2- |
|
|
Allah'a(cc) İman ve Allah(cc) Teâla’nın Yüce Sıfatlar -2-
A) SIFAT-I NEFSİYYE:
Vücud Sıfatı:
Bu sıfat, Cenâb-ı Hakk’ın var olduğunu, varlığını gerektiren, “Vücûd” ile muttasıf bulunduğunu ifâde eder. Allah Teâlâ’nın varlığı, diğer varlıklar gibi başkasından, başka bir varlık vâsıtasıyla olmayıp, vücûdu zâtının muktezâsı, zâtının îcâbıdır. Yâni vücûdu zâtıyla kâimdir. Vücûdu, zâtının îcâbı olduğu içindir ki, Hakk Teâlâ’ya; “Vâcibü’l-Vücûd” denilmiştir. Bu sebeple, bâzı kelâm âlimler; vücûd sıfatına “Sıfat-ı Nefsiyye” adını vermişlerdir.
Bu konuda en isâbetli görüş, “Selef-i Sâlihîn” mezhebini temsîl eden fikirdir. Bu fikre göre; nasıl ki Hakk Teâlâ’nın zâtını idrâk ve hakîkatini bilmek, anlayıp kavramak, aklen mümkün değildir, mukaddes sıfatlarının da hakîkatini anlamak, Zât-ı Bârî’sinin aynı mı, yoksa ondan ayrı, O’na zâid bir şey mi olduğu husûsunu anlayıp kavrayabilmek de aklen mümkün değildir. Burada her mükellefe vâcib olan husus; Hakk Teâlâ’nın var olduğuna inanmaktır.
Vücûdun zıddı “adem”, yâni varlığın zıddı “yokluk”tur. Yokluk, Allah Teâlâ için muhâl olan noksan sıfatların birincisidir.
B) SIFAT-I SELBİYYE:
Kıdem Sıfatı:
Allah Teâlâ, “Kıdem” sıfatıyla muttasıftır. Yâni “Kadîm”dir, ezelîdir. Çünkü vücûdu, zâtının iktizâsını olup, sonradan var olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Cenâb-ı Hakk’ın var olmadığı bir ân, bir zaman tasavvur olunamaz. Yâni vücûdunun bir başlangıcı bulunmaması demektir. Kıdem sıfatına, Cenâb-ı Hakk’tan zâtına lâyık olmayan geçmişteki yokluğu selbettiği için “Sıfat-ı Selbiyye” denmiştir. Allah Teâlâ’nın vücûdunun kadîm ve ezelî olması Vâcib Teâlâ’ya mahsus olan hükümlerdendir. Eğer Hakk Teâlâ kadîm ve ezelî olmasaydı, “hâdis” yâni sonradan var olmuş olurdu. Vücûdu kadîm yâni zâtının muktezâsı olan varlık ise hâdis olan varlık gibi başka bir mûcide muhtaç değildir. Öyle olsaydı, O’na Vâcibü’l-Vücûd dermeyip “Mümkinü’l-Vücûd” denirdi. Kıdem sıfatının zıddı “hudûs”tur.
***
Bekâ Sıfatı:
Hakk Teâlâ’nın ebedî olması, yâni varlığının sonu olmaması dâimâ var olması demektir. Allah Teâlâ hem kadîm ve ezelî, hem de bâkî ve ebedîdir. Çünkü, “kıdemi sâbit olan bir varlığın bekâsı da vâcib olur.” Yâni, ademi (yokluğu) muhâl olur.
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“O, Evvel ve Âhir’dir.” (Hadîd: 3)
“Kâinâttaki her şey fânî (yok olucudur). Yalnız Celâl ve İkram Sâhibi olan Rabbin (Zâtı) bâkîdir (ebedîdir).” (Rahmân: 27)
Allah Teâlâ’nın vücûdunu hâricî bir kuvvet yok edemez. Çünkü kadîm olan zâttan hâriç olan kuvvet, mutlakâ hâdis olan kuvvettir. Hâdis (sonradan yaratılmış) olan kuvvet ise, kadîm olan zâtın vücûdunu ifnâ edemez. Zîrâ; Vâcibü’l-Vücûd olan Hakk Teâlâ; kudret sâhibi olup, bütün kemâl sıfatlarla muttasıftır. Noksanlık sayılan “âcizlikten” münezzehtir. Bu bakımından O’nu ifnâ edecek bir kuvvet tasavvur edilemez. Bu sûretle O’nun bekâ sıfatıyla muttasıf olduğu sâbit olur.
“Bekâ”nın zıddı, fenâ (bir sonu olmak)’tır. Bu ise Hakk Teâlâ için muhâldir.
***
Muhâlefetün li’l-Havâdis:
Hakk Teâlâ’nın muttasıf olduğu sıfatlardan biri de; Zâtında ve sıfatında hiçbir şeye benzememektir. Cenâb-ı Hakk’ın zâtına vâcib olan bu sıfat, Hakk Teâlâ’nın zât ve sıfatlarından mümâseleti (misli olmayı), müşâbeheti (benzeri olmayı) selbettiği (kaldırdığı) ve mefhûmunda selb (nefy) mânâsı bulunduğu için bu sıfat da sıfat-ı selbiyyeden sayılmıştır.
Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatlarının hakîkatini aklen tasavvur edebilmek ve ilâhî mâhiyetini kavramak mümkin olmadığından, sınırlı olan aklımızla O’nu nasıl düşünürsek düşünelim, hayâlimizde ne şekil tasavvur edersek edelim, Allah (c.c) bizim düşündüklerimizden, hayâl ve tasavvurumuzdan geçirdiklerimizin hepsinden başka ve hiçbirine benzemeyen ilâhî varlıktır.
Nitekim, Cenâb-ı Hakk, Zât-ı Bârî’sini Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
“O’nun (Hakk Teâlâ’nın) benzeri yoktur. O, her şeyi işitici ve görücüdür.” (Şûrâ: 11)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz de; “Allah Teâlâ, (senin) aklına gelen her şeyden başkadır” buyurmuştur.
Bu tenzîhî sıfat aynı zamanda, Allah Teâlâ’nın mümkinât denilen varlıklarının sıfatlardan olan ve başka bir varlığa ihtiyâcı gerektiren; “Cisimlik, cevherlik, ârazlık” gibi cismânî ve maddî hâller ile yemek, içmek, uyumak, oturmak ve kalkmak gibi beşerî fiillerden, hüzün, ferah gibi nefsânî infiallerden münezzeh olduğu ifâde eder. Bu sebeple;
“Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir.” (Fetih: 10)
“Yalnız azamet ve ikram sâhibi Rabbinin Zâtı bâkîdir.” (Rahmân: 27)
“O Rahman, arşı istîlâ etmiştir.” (Tâ-Hâ: 5)
meâlindeki âyet-i kerîmeler, Hakk Teâlâ’ya “yed” (el), “vech” (yüz) ve “istivâ-istîlâ” ve buna benzer cismânî ve maddî sıfatlar izâfe ettiğinden, Cenâb-ı Hakk, bu gibi maddî sıfatlardan tenzîh edilmiş ve mezkûr âyet-i kerîmelere Allah Teâlâ’ya lâyık ve aynı sıfatlardan tenzîh edilmiş ve mezkûr âyet-i kerîmelere Allah Teâlâ’ya lâyık ve aynı zamanda Arap dili gramerine uygun olan mecâzî mânâlar verilmiştir.
Bu, müteahhirîn kelâm ulemâsının mezhebidir. Bunlar âyetlerde geçen “yed” kelimesine “kudret”, “vech” kelimesine “zât” ve “istivâ” kelimesine de “istîlâ, ihâta ve arşı yaratma” mânâları vermişlerdir.
***
Kıyâm bi-Nefsihî:
Allah Teâlâ’nın başka bir zâta veyâ mekâna muhtaç olmayarak, zâtı ile kâim olması, yâni “Kayyûmiyyet” sıfatıyla muttasıf bulunması demektir. Bu sıfat, Hakk teâlâ’dan her türlü ihtiyâcı selbettiği ve mefhûmunda selb mânâsı bulunduğu için Sıfat-ı Selbiyye’den sayılan ve Zât-ı İlâhî’ye vâcib olan bir kemâl sıfatıdır. Bu sebepledir ki, nâkizi olan “mutlak ihtiyaç” Hakk Teâlâ’ hakkında muhâl olan noksan sıfatlardandır.
Şu âlemde bulunan her şey, var olmasında olduğu gibi, varlığının devâmında da, kendinden başka bir müessire muhtaçtır. Mevcûdâtın hepsi, sonradan vücûda gelmiştir. Bu sebeple bir Yaratan’a ve bir mekâna muhtaçtır. Buna mukâbil, her şeyin mebdei ve yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın vücûdu, zâtının muktezâsıdır. Hakk Teâlâ, zâtıyla kâim, varlığında hiç bir şeye muhtaç bulunmadığı içindir ki, zâtı düşünüldüğü zaman, vücûdu da ezelî olan zâtı ile berâber düşünülür. Zîrâ ne vücûdu zâtından, ne de zâtı vücûdundan ayrı olarak tasavvur olunamaz. Çünkü kâinâtın var olabilmesi için, kâinâttan ve her şeyden önce, bu kâinâtı yaratan ve her şeyden müstağnî olan ezelî bir varlığa ihtiyaç vardır. O da Allah Teâlâ’dır. Bu yüzden “Hakk teâlâ’nın vücûdu zâtına vâcib, ezelî ve ebedîdir” denmiştir. Yine bunun içindir ki; “Hakk Teâlâ’ya Zâtıyla kâim, var olabilmek için başka bir zâta, mekâna veyâ kendisine bâzı şeyleri tahsîs eden bir fâile muhtaç değildir” denmiştir.
Eğer Vâcibü’l-Vücûd olan Hakk Teâlâ, herhangi bir şeye muhtaç olsaydı, vücûdu ezelî ve zâtının muktezâsı olmayıp, sonradan vücûd bulan hâdis bir varlık olurdu. sonradan var olan hâdis bir varlık ise, kâinat denen bu mümkinât mecmûasının mebdei (aslı) olamazdı. Hâl bu ki Allah (c.c), her şeyin aslı ve yaratıcısıdır. O hâlde hiç bir şeye muhtaç değildir. Zîrâ O, yegâne Hâlik, O’ndan başka her şey mahlûktur. Hâlik ise mahlûkuna aslâ muhtâç olmaz. Nitekim Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Siz, Allah’a muhtaçsınız. Allah (c.c) ise her şeyden müstağnî (muhtaç değil) öğülmeye lâyık olandır.” (Fâtır: 15)
“Şüphe yok ki, Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir. (Yâni bütün âlemlere ve ondaki hiç bir şeye muhtaç değildir.)” buyurmuştur. (Ankebût:
***
Vahdâniyet:
Vahdâniyet sıfatı, Allah Teâlâ’nın zâtına vâcib olan kemâl sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Hakk Teâlâ’nın zâtında, sıfatında ve fiillerinde bir olduğuna, şerîkten (ortaktan) münezzeh,ibâdete lâyık tek varlık bulunduğuna delâlet etmektedir. İşte, Hakk Teâlâ’nın zâtından, sıfat ve fiillerinden çokluğu nefyettiği ve mefhûmunda selb mânâsı bulunduğu içindir ki, bu zâtî sıfat da, “sıfat-ı selbiyye”den sayılmıştır.
Bir kimsenin mü’min sayılması için, her şeyden önce varlığına inandığı Hakk Teâlâ’nın her yönden bir (Ehad) olduğuna, şerîk (ortak) ve nazîr (herhangi bir benzer))’den münezzeh bulunduğuna kesin olarak inanması lâzımdır. Çünkü İslâm dîninde, hattâ hak olan bütün ilâhî dinlerde “Tevhîd” yâni, “Allah (c.c)’ı birleme” akîdesi îmân esaslarının ve bütün dînî inançların temelini teşkîl eder. Zîrâ kalbde tevhîd akîdesi bulunmadıkça, Allah (c.c) indinde hiçbir inanç, hiçbir amel, sahîh ve makbûl değildir. Bu sebeple İslâmiyet, her şeyden önce beşeriyete tevhîd inancını sunmuş ve bütün insanlığı Allah’ı birlemeye, şerîk ve nazîrden tenzîhe dâvet etmiştir. Çünkü Allah (c.c), bütün âlemlerin, bütün varlıkların ve bütün milletlerin Rabbidir. Her şeyi yaratan, rızkını vererek besleyen, büyüterek kemâle erdiren yalnız O7dur. O’nun ortağı, yaratıcısı, oğul veyâ kızı yoktur. Doğmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun eşi ve benzeri de olmamıştır.
Allah (c.c)’ı bilmek; yalnız “Allah birdir, Allah’tan başka ilâh yoktur” demekle olmaz. Allah’ı birlemek, “Tevhîd-i Hâlikiyyet ve Tevhîd-i mâbûdiyyet” ile olur. Peygamberler insanları bu iki nevî tevhîde dâvet etmişlerdir.
Tevhîd-i Hâlikiyet (Ulûhiyet veyâ ilmî tevhid): Cenâb-ı Hakk’a vâcib olan kemâl sıfatlarını isbât etmek ve tenzîhi vâcib olan noksan sıfatlardan O’nu tenzîh etmekle olur. Bu tevhîd, Allah’ı ilim ve sözle birlemektir.
Tevhîdî İrâdî (Amelî): Şerîki olmayan bir tek Allah’a muhabbet ve ihlâs ile ibâdet etmeyi, yalnız O’na sığınarak, yalnız O’ndan yardım beklemeyi, O’na ibâdette hiçbir şeyi şerîk koşmamayı ifâde eder.
Allah’ı birlemek, bu iki şekil tevhîd ile olmalıdır. Yâni kalbin tasdîk ettiği sözle, hem de irâde ve amel iledir. İhlâs Sûresi “tevhîd-i ilmî”yi, Kâfirûn Sûresi de “tevhîd-i amelî”yi ifâde eder.
O hâlde Allah’ın birliğine inanmanın mânâsı; şöyledir: Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı, Rabbi (besleyip büyüteni)’dir. O yaratmakta, rızık verip büyütmekte tektir. Ortağı ve benzeri yoktur. İbâdet ancak O’nadır. O’ndan başka ibâdete lâyık mâbud aslâ mevcut değildir.
Kelâm âlimleri, vahdâniyet sıfatını şu şekilde târîf etmişlerdir: Vahdâniyet, Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olması, şerîk (ortak) ve nazîr (benzer)’den münezzeh bulunması demektir.
Allah Teâlâ’nın zâtında bir olması, iki mânâ ifâde eder:
I- Allah Teâlâ “mürekkeb” değildir. Yâni iki veyâ daha çok cüzlerden terekküb eden, muayyen ve mahdûd bir miktardan ibâret değildir. Çünkü Hakk Teâlâ, Vâcibü’l-Vücûd olup, başkasına ihtiyaçtan, cismâniyeti gerektiren terkip ve miktardan münezzehtir.
II- Allah Teâlâ, Zât-ı İlâhîsine benzeyen bir ortaktan münezzehtir. Zât-ı İlâhîsi birdir. Vâcibü’l-Vücûd’dur.
Tevhîd akîdesinin esâsı, Hakk Teâlâ’nın zâtında bir olmasıdır. Nitekim selef ulemâsı bu kadarla yetinmiş
ler ve; “Tevhîd inancının esâsı, Allah Teâlâ’nın zâtını birlemek ve şerîkten tenzîh etmektir; zîrâ bu birlemek, sıfat ve fiillerinde de bir olduğuna delâlet eder.” demişlerdir.
“Müteahhirîn” diye anılan kelâm ulemâsı ise, bu esâsa, sıfatlarında ve fiillerinde de bir olması kaydını ilâve etmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ’nın birliğine (vahdâniyetine) delâlet eden eden birçok âyetler mevcuttur:
“De ki: Allah birdir.” (İhlâs/1)
“Allah’tan başka bir yaratıcı var mıdır?” (Fâtır/3)
“O’nunla birlikte hiçbir ilâh yoktur. (Eğer olsaydı) muhakkak ki, her tanrı, kendi yarattığını kabûllenir (ve korur) ve mutlakâ, kimisi diğerine galebe eder (yükselir)’di” (Mü’minûn/91)
“Eğer her ikisinde (yerde ve gökte) Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, her ikisi de harâb olurdu.” (Enbiyâ/22).
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 54 ziyaretçi (57 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
| | |